Günümüzde artık birçok kadın eğitim alıyor ve meslek sahibi oluyor. Evlilik ve çalışma hayatını bir arada yürütmeye çalışıyor. Aynı zamanda çocuk sahibi olup, anne olmanın sorumluluğunu alan kadın tüm bu sorumluluklarla baş etmekte zorlanıyor tabi ki. Geleneksel olarak evdeki işleri eşinin halletmesini bekleyen koca da bazı ev işlerine yardım etmek zorunda kalıyor ve genellikle bu durumdan hoşlanmıyor. Problem yalnızca sorumlulukların paylaşımı konusuyla sınırlı kalmıyor elbette. Eğitimli ve çalışan kadın kendine ait bir sosyal çevreye sahip, kendi tercihleri ve idealleri var, kocasının kendisini yönetmesine izin vermiyor. Bu durum zaman zaman eşler arasında güç mücadelesine yol açıyor.
Her ne kadar evlilik sayısı kadar evliliğe özgü sorun çeşidi olsa da, evlilikleri krize sokan bazı temel nedenler var. İletişim bozukluğu ya da eksikliği, finansal sorunlar, evlilik dışı ilişkiler, şiddet, akrabalar arası ilişkiler, güç mücadelesi, çocuklarla ilgili sorunlar, cinsel işlev bozuklukları bunların en göze çarpanları.
Bir çok evlilik olgunlaşma sürecinden geçerken ‘sen - ben’ krizi nedeniyle yıpranıyor ve çok sayıda evlilik bu yüzden yıkılıyor. Özellikle aşk evliliklerinde ilk aylar geçtikten sonra karşılaşılan bir durum var: Karşı tarafı daha yakından tanımaya başladıkça o güne kadar görmediğiniz bazı olumsuz yönlerini fark ediyorsunuz ve hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Bu dönemde kopmalar yaşanabiliyor çünkü romans dönemi bitiyor, heyecan kayboluyor. Halbuki bu da ilişkinizin bir dönemi. Bu dönem geçtikten sonra esas yakınlık başlıyor. “Evliliğim yeni bir dönemde, önce aşk vardı, bu nedenle gözüm bir şey görmedi, aşık olduğum hayalimdeki sevgiliydi. Şimdi olumsuz yanlarını görmeme rağmen gerçek sevgilimi sevmeye başladım” diyecek noktaya gelmek önemli. Bu dönemlerin her evlilikte yaşanacağını bilmek daha sabırlı davranabilmeyi kolaylaştırıyor.
Günümüz evliliklerinde, kadınların büyük bir kısmının, büyümeleri tamamlanmadan, birey olmadan evlenmeleri ve bu nedenle özgürlük arayışlarının evlilikte ortaya çıkması sorunlara yol açıyor. Evliliğe bu şekilde gerçek dışı özgürlük beklentileri ile başlayan kadınlar, aradıklarını bulamıyorlar. Kadın kendi isteğiyle evlenmiş olsa bile ailesinin evinden eşinin evine geçmiş oluyor. Evlendikten sonra bir süre anne ve babasına gösterdiği tepkileri eşine gösteriyor. Bu da sağlıklı bir evlilik ilişkisi oluşmasını engelliyor.
Evlendikten sonra ilk sorun yaşandığında söylenen ve uzun yıllar boyunca tekrarlanan bir cümle vardır: “Onu hiç tanıyamamışım”. Amerikalıların bu konu ile ilgili bir sözü var: “Bir erkek evinde pijamasını giyip de, koltuğuna oturmadan onu tanıyamazsın”. Eşlerin birbirlerini gerçekten tanımaya başladıkça sıkça tekrarladıkları bir başka söz, “evlenmeden önce sen böyle değildin, çok değiştin, eski halini özlüyorum”. Tabi ki burada söz edilen değişim olumsuz yönde bir değişimdir. Peki evlendikten sonra insanlar gerçekten değişiyor mu? Yoksa evlenmeden önce karşı tarafa gerçek kişiliklerini göstermiyorlar mı? Evlenecekleri kişiyi etkilemek için rol mü yapıyorlar? Bu cevapların hepsi bir ölçüde doğrudur. Evlendikten sonra insanlar değişirler. Öncelikle ‘medeni hal’leri değişmiştir. Artık karşısındaki kişi sürprizlerle etkilemeye çalıştığı sevgilisi değil, ömür boyu beraber yaşamak üzere anlaşma yaparak, uzun bir yolculuğa çıktığı eşidir. Evlenmeden önceki heyecanın, coşkunun, nezaketin sürmesi beklenemez, sürmesi gerekmez de zaten. Eşler evlenmeden önce tanıdıklarını sandıkları sevgililerine evlendikten sonra ne olduğunu anlayamazlar ancak şunu bilmek gerekir ki, ilişkiler de canlıdır, yaşarlar ve değişirler. Evlilik öncesi romantizm, incelik, hassasiyet belki bir ölçüde azalır ancak onların yerini, samimiyet, gerçek yakınlık, birlikte geliştirilen ortak bir dil ve sıcaklık alır.
Evlilik insanların yaşamındaki birçok şeyi değiştirir. Evlendikten sonra kişilerin tercihleri, hayata bakış açıları ve davranışları değişebilir ancak bu değişim olumsuz bir değişim olmak zorunda değil, aksine, bir başkasıyla bir arada yaşamayı öğrenmek bireye birçok olumlu özellikler katar. Bunların yanı sıra kişilerin evliliğe tepki göstermeleri kaçınılmazdır. Çünkü evlilik insanın kendisine ait dünyasını bir başkasıyla paylaşmasıdır. ‘İyi’siyle, ‘kötü’süyle paylaşmak. Evlenmeden önce kendi işini, kariyerini, beklentilerini, planlarını ve sorunlarını düşünmesi yeterliyken, evlendikten sonra bireyin benzer şeyleri eşi için de düşünmesi gerekir. Evlenmek dünyadaki diğer tüm ilişki seçeneklerini yani tüm kadınları / erkekleri feda etmektir. Bunları kabullenmek ve ‘evli’ olduğu fikrine alışmak bireye zor gelebilir. Sonuçta evlendikten sonra eşlerin ve aralarındaki ilişki biçiminin değişmesi çok doğaldır.
Genç eşler, evlendikleri kişinin bir ‘yabancı’ olduğunu anladıklarında karar verme zamanıdır, ya paniğe kapılıp, her şeyden vazgeçerler, ya da büyür ve evliliklerine sahip çıkarlar.
Evlilik, bir evcilik oyunu değildir. İki gencin birbirinden hoşlanıp evlenmeye karar vermesi de onları pespembe bir geleceğin beklediği anlamına gelmez. Eskilerin ‘nikahta keramet vardır’ sözüyle de bir yere varılamayacağı kesin. Görücü usulüyle birbirlerini tanımadan evlenen kişilerin ortak bir yaşama alışmaları elbette daha uzun zaman alır.
Evliliğin ilk yıllarındaki sorunların çoğu eşler arasındaki sosyo-kültürel farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Kişilerin sosyo-kültürel düzeyleri; nasıl yaşadıklarını, nasıl davrandıklarını, hangi ortamlarda bulunduklarını, boş vakitlerini nasıl değerlendirdiklerini, nerede eğlendiklerini ve tabi ki sosyal ilişkilerini belirler. Bu nedenle benzer sosyo-kültürel düzeyde olan çiftlerin evlilik ilişkilerinin daha uyumlu olması beklenmektedir.
Evliliğin sadece duygularla yürümeyeceğini kabul etmek gerek. Evlilikle devam edecek kadar ciddi olan ilişkilerde bireyler, öncelikle aralarında sosyo-kültürel farklılık olup olmadığına dikkat etmeliler. İçinde yetiştikleri aile ortamları birbirinden çok farklı olmamalı.
İlk aylar geçtikten sonra, eşler birbirlerinden çok farklı ortamlarda yetişmiş olduklarını anlayıp, diğerinin farklı yanlarını kendi doğru bildikleri ile değiştirme çabasına girişirse sonuç hiç de iyi olmaz. Bazı evliliklerde kadın, erkeğe kendi zevklerini, isteklerini kabul ettirmek için çaba harcar, erkek de kendi isteklerinin yapılması için direnir. İki taraf da kendini haklı çıkarma telaşına düşer. Bu durumda, eşlerin birbirlerinin içinde yetiştiği çevreyi tanımaya ve anlamaya çalışması ve onun farklılıklarına saygılı davranmayı öğrenmesi gerekir ancak bunu başarmak söylendiği kadar kolay değildir.
Eskilerin eş seçiminde, aile yapısını, yaşam koşullarını büyük bir titizlikle incelemeleri boşuna değildir. Günümüzde evliliklerin kısa ömürlü olmasında, eşlerin farklı kültürel çevrelerden ve aile ortamından gelmeleri önemli ölçüde rol oynamaktadır.
Genellikle evliliğin ilk yılları evliliğin gidişatı açısından çok önemlidir. Bilimsel çalışmalar da evliliğin ilk yıllarının ailenin temelini oluşturması açısından önemli olduğunu göstermektedir. Evlilik duygusal, ekonomik, sosyal, düşünsel pek çok yönü içine aldığından eşlerin bu konulardaki değerleri, düşünceleri, duyguları evliliğin ilk yıllarında uyumsuzluklara ve çatışmalara neden olabilir, bu nedenle bazıları için evliliğin ilk yılları zor geçebilir. Evlilikte çatışmalar kaçınılmazdır, ancak bu çatışmaların evliliğe zarar vermesi engellenebilir. Çatışmalar, eğer uygun bir şekilde çözülürse, ilişki için sağlıklı bile olabilir. Çünkü eşler birbirlerinden yeni fikirler ve yeni bakış açıları öğrenebilirler. Önemli olan iki farklı insanın uyum içinde birlikte yaşamayı öğrenebilmesidir. İlk yıllar evliliğe adaptasyon dönemidir ve bu dönemde yaşanan sorunlar eşlerin birbirlerini tanımaya ve beraber yaşamayı öğrenmeye çalışmalarından kaynaklanıyorsa olumlu olarak değerlendirilebilir.
Aileler, çocuklarının evlenmek istedikleri kişilerde mutlaka bir kaç kusur bulurlar. Özellikle anneler çocuklarını diğerlerinden üstün gördükleri için, kolay kolay kimseleri çocuklarına eş olmaya layık görmezler. Kadının ve erkeğin ailesi, evliliğin ilk günlerinden itibaren, yeni kurulan aileye müdahale edebilirler, eşler de ailelerinin etkisi altında kalabilirler. Bu durum evliliği olumsuz etkiler ve çekirdek aile olabilmeyi engeller.
Her ne kadar günümüzde çekirdek aile modeli özellikle kentlerde yaygın ise de, yurtdışında on aileden birinde görülen geniş aile sorunları, Türkiye’de on aileden sekizinde görülüyor. Kadın ve erkek kendi ailesinden ayrımlaşmadan evleniyor, yeni evine kendi ebeveynlerini ve kardeşlerini de götürüyor. Onlar birer gölge gibi evin içindeler. Aslında hala çift olamamış on yıllık evliler var.
Eşler, ilişkilerinde ortaya çıkan sorunlar karşısında belirli kurallar geliştirirler. Bu kurallar;
- Eşlerin üzerinde konuşabildikleri kurallar: Örneğin; erkeğin akşamları dışarı çıkma isteği, alışverişi kimin, ne zaman, nasıl yapacağı gibi.
- Eşlerin üzerinde konuşmadıkları; fakat bir gözlemci tarafından belirtildiğinde kabul edebildikleri kurallar: Örneğin; aile ekonomisinin eşler tarafından birlikte oluşturulması gerektiği gibi.
- Bir gözlemci tarafından gözlenen, ancak eşlerin kabul etmedikleri kurallar: Örneğin; erkeğin eşinden üstünmüş gibi bir tavırla davranmaması gerektiği gibi.
Her evlilikte belirlenmiş veya sınırları tam olarak belirlenemeyen kurallar vardır. Sorun, bazen bu kurallara uyulmaması iken, bazen de bu kuralları kimin koyması gerektiği konusunda eşler arasında bir uzlaşmaya varılamamış olmasıdır. Ancak en önemli sorun evlilik ilişkisi içinde uyulması gereken kuralların netleşmemiş olmasıdır. Evliliğin ilk günlerinde eşler, birbirlerine karşı hoşgörülü davranmalarına rağmen, zamanla; kimin neyi yapması gerektiği, eşlerin hangi kurallara göre hareket etmeleri gerektiği konusunda bir anlaşmazlık içine düşebilirler. Bununla beraber, gerektiğinde esneklik gösterebilir nitelikte olmayan katı kuralların geçerli olması da ilişkiyi olumsuz etkileyen bir başka problemdir.